Cin Ordusu Ve Kerbela
ve eshâbı sehâdet serbetini içip, yalnız kaldıkdan sonra, Zeynel’âbidîn hazretlerini huzûr-ı serîflerine çagırdı. Dedesinden ve babasından vedî’a bırakılan emânetleri ona verdi. Hazret-i Fâtımanın “radıyallahü teâlâ anhâ” Mushaf-ı serîfini ve kimseye nasîb olmıyan ilmleri ona teslîm etdi. Kendisini Vâcib-ül vücûd hazretlerinin hükmüne bırakdı.
Beyt:
Safâ zülâli [suyu] bir bagdan-bir baga akdı,
Nûr, bir çırâgdan bir çırâga akdı.
Emânetleri teslîm etdikden sonra , Cennet ziyâfetine gidecegini anlayıp , karâr kılıp , dostlar
dügününe giderken süslenmek âdetdir, deyip, saçlarının ve yüzünün tozlarını giderip, kıymetli kumasdan yeni elbiselerini giydi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sarıgının sargılarını yeniledi.
Şehîdlerin Seyyidi hazret-i Hamza'nın “radıyallahü teâlâ anh” kalkanını omuzuna alıp , Alî Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin Zülfikârını kusandı. Resûl-i ekrem hazretlerinin Zül-cenâh ismli burak gibi giden atına bindi. Mubârek eline ejderhâ gibi bir mızrak alıp, zînetlerini temâmlıyarak, ehl-i beytine [çoluk çocuguna] vedâ edip, meâl-i serîfi (Seni, Allahü teâlânın görmesi kâfidir) olan âyet-i kerîmeyi yâd edip, harb meydânına girdi. Yezîdin askerleri hazret-i Hüseynin üzerine hücûm edip, ok yagmuruna tutdular. Hazret-i Imâm bu hâli görüp, hamle etmek üzere iken, bir toz bulutu hâsıl olup, her taraf karanlık oldu. Bu hâlde iken, acâib kılıklı, heybetli bir sahs göründü. Bası merkep başı gibi idi. Ayakları aslana benzerdi.
Hazret-i Sultân-ı Kerbelânın hizmeti ile müserref olup, ceddine, babana, selâm olsun, deyip, hazret-i Hüseynin bindigi atın tırnagını öpdü.
Hazret-i Hüseyn de onun selâmına cevâb verip, dedi ki:
Ey bahtlı kimse. Sen kimsin ? Bu tenhâ yerde garîb olarak ne yaparsın ?
Dedi ki: Yâ Resûlallahın torunu! Bu diyârda bulunan cinnîlerin serveri [efendisi]yim. Bana (Za’fer) cinnî derler. Temiz ceddinin şerefli zemânında müslimân olmuşdum. Azîz babanın
âzâdlısıyım. Senin kemter kölenim. Efendimsin, efendim oglu efendimsin. Geldim ki, hizmetinde bulunayım. İzn veresin ki, sana sitem edenlere amellerinin netîcesini, onlara göstereyim.
Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” ona buyurdu ki,
Benim babam ne zemân senin ile bulunmuşdur ?
Za’fer dedi ki; müslimân oldukdan sonra, kâfir cinnîler ile harb ederken , gâlib geldiler. Beni askerim ile berâber helâk edecekleri sırada çâresiz kalıp, kimseden de yardım ihtimâli kalmamıs idi. Zarûrî olarak, yüzümü yerlere sürüp, Rabbimin dergâhına münâcat edip ve ceddin Muhammed Mustafâyı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sefâ’atcı yapıp, dedim ki; Yâ Rabbî! Bu kadar mü’min ve muvahhid kullarını müsriklere kırdırır mısın diye aglayıp, sızladım. Hâtıfdan bir nidâ geldi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâbından birisi Basrâ sehrine gitmisdir. Onu çagır dedi. Ben de kim oldugunu bilmiyordum. Hemen sesli olarak üç kerre çagırdım: Ey Resûlullahın sahâbesi, Allahü teâlânın izni ile gel dedim. O hâl içinde gördüm ki, bir sânı yüksek Sultân zuhûr edip, yetisdi. Hiç fırsat vermeyip, kâfir cinnîleri kırıp, helâk etdi.
(Hz. Ali (R.A.) 'ın Cinlerle savaşını konu alan minyatür)
Ben âcizi onların ellerinden kurtardı. Sonra yanına varıp, mubârek ayaklarına yüzümü sürüp, dedim ki, Sultânım, sen kimsin!
Buyurdu ki,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin eshâbından Alî bin Ebî Tâlibim. Ondan sonra yine se’âdetle ve devletle Basrâ sehrine vardılar.
Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki:
Yâ Za’fer! Hüsn-i i’tikâdına ve vefâkâr yâr olduğuna memnûn olduk. Lâkin insan sekline
girmege eger kudretin var ise, muhârebeye girmene izn veririz.
Za’fer, dedi ki: İnsan sekline girmege izn yokdur.
Hazret-i Hüseyn buyurdu ki:
İnsan sekline girmeğe izn yok ise, muhârebeye girmeğe izn yokdur. Erlik degildir, bu heybetin
ile bu kadar insanı sana kırdırmak; hoş değildir. Yâ Za’fer, tam hizmet mahallinde yetisdin. Allahü teâlâ senden râzı olsun. Za’fer de aglıyarak vedâ edip, gitdi.
(Diger rivâyet): (Hadîka) kitâbında nakl edilen rivâyet de söyledir.
Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki,
Yâ Za’fer! Siz latîf cismsiniz. Sizin insanlar ile muhârebe etmeniz insâf olmaz. Zîrâ bu zulm olur. Ben zulmü revâ görmem.
Za’fer dediki: Yâ Imâm! Insan sûretine girip, ceng edelim. Nitekim Bedr muhârebesinde melekler insan sûretine girip, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yardımcı oldular.
Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki,
Yâ Za’fer! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine Bedr muhârebesinde sehâdet va’d olunmamısdı. Kurtulması için yardım olunması lâzım idi. Allahü teâlâ meleklere yardım emri verdi. Hâlbuki ben ilm-i ilâhîde görmüsüm ve bilmisim ki, bugün sehîd olup, Rabbime kavusurum. Bu dünyâdan öbür âleme göç ederim. Bu bir sâat için dostlarımı zahmete salmak münâsib degildir.
Za’fer, muhârebeye girmek için izn alamadı. Vedâ edip, ağlıya ağlıya geri döndü. Gayret sâhibinin gayreti gidince, zulmet ortaya çıkar. Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri meydâna çıkdı. Bu hikâyeden ma’lûm olur ki, Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin lutf ve keremlerine nihâyet yokdur. Zîrâ, bu cümleden anlasılıyor ki, eger karsı tarafdan intikâm almak istese idi, cinnîler askerine emr eyler, bir an içinde o zâlimleri kırıp, târumâr ederlerdi. Kendileri de o tehlikeden kurtulmak imkânı bulurdu “radıyallahü teâlâ anh”. *
* ( "MENÂKIB-I ÇIHÂR YÂR-I GÜZÎN ") , sayfa 391 , 392 , 393